Esma'ül Hüsna ile ilgili en detaylı bilgi kaynağı…
Sureyi Dinle[Surenin yüklenmesi için lütfen bir kaç saniye bekleyin.]
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla
1- Hamd, Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah’a aittir.
2- Dosdoğru (bir kitap) ki, kendi katından şiddetli bir azapla uyarıp korkutmak ve salih amellerde bulunan mü’minlere, kendilerine güzel bir ecir olduğunu müjde vermek İçin (onu indirmiştir).
3- Onlar onda ebedi olarak kalıcıdırlar.
4- (Bu Kur’an) «Allah çocuk edindi.» diyenleri uyarıp korkutmaktadır.
5- Bu konuda ne kendilerinin, ne de babalarının hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz pek de büyük! Onlar yalandan başkasını söylemiyorlar.
6- Şimdi onlar bu söze (Kur’an’a) inanmayacak olurlarsa sen, onların peşinde eseflenerek kendini helak mi edeceksin?
7- Şüphesiz biz, onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık.
8- Biz gerçekten (yeryüzü) üzerinde olanları kupkuru çorak bir toprak kılıcılarız.
9- Sen, yoksa Kehf ve Rakim ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
(Bu soru, kâfirlerin «mağarada uyuyanlar» hakkındaki şüpheli tutumlarını ortaya koymak amacıyla sorulmuştur. «Siz gökleri ve yeri yaratan Allah’ın bir kaç kişiyi bir kaç yüzyıl boyunca uyku halinde bırakmaya ve onları uykudan uyandırır gibi diriltmeye gücü yetmez mi sanıyorsunuz? Eğer güneşin, ayın ve dünyanın yaratılışını düşünmüş olsaydınız, böyle bir şeyin Allah için zor olduğunu düşünmezdiniz bile.»)
10- Hani o gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: «Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla.»
11- Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına (bir perde) vurduk.
12- Sonra (içlerindeki) iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
13- Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarmaktayız. Gerçekten onlar, Rablerine iman etmiş gençlerdi ve biz de onların hidayetlerini arttırmıştık.
(Ashab-ı Kehf, yedi gençti. İmparator Decius bu gençlerin inançlarını değiştirdiklerini öğrenince onlara yeni dinleriyle ilgili sorular sordu. Onlar, İmparatorun İsa’nın dinine tamamen karşı olduğunu bildikleri halde, inandıkları Rabbin yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu ve ondan başka hiç bir ilah tanımadıklarını, aksi takdirde büyük bir günah işlemiş olacaklarını açıkladılar. İmparator buna çok kızdı ve onları öldüreceğini söyledi. Fakat daha sonra onların gençliğini göz önünde bulundurarak, dinlerini değiştirmeleri için üç gün süre verdi. Bu üç gün sonunda inançlarından dönmezlerse öldürüleceklerdi. Bu yedi genç fırsattan faydalandılar ve şehirden ayrılarak dağda bir mağaraya sığınmak üzere yola çıktılar. Yol üzerinde bir köpek peşlerine takıldı. Onu geri çevirmeye çalıştılar, fakat köpeği peşlerinden ayıramadılar. Sonunda gizlenebilecek bir mağara buldular ve içine gizlendiler. Köpek de mağaranın girişine oturdu. Yorgunluktan derin bir uykuya daldılar. Bu olay 250 yıllarında meydana geldi. Yaklaşık 197yıl sonra, imparator II. Theodosius zamanında, tüm Roma İmparatorluğunun Hıristiyan olduğu halkın da putperestlikten vazgeçtiği bir dönemde uyandılar. Uyandıktan sonra gençler birbirlerine ne kadar uyuduklarını sormaya başladılar. Bazıları bir gün, bazıları da günün bir bölümü kadar uyuduklarını söylediler. Bir sonuca varamayınca tartışmayı bıraktılar ve gerçek sürenin ne olduğunu Allah’a bıraktılar. Daha sonra arkadaşlarından Jean’ı gümüş paralarla yiyecek almak üzere şehre gönderdiler ve ona tanınmamaya dikkat etmesini tembih ettiler. Fakat Jean şehre indiğinde tüm dünyanın değişmiş olduğunu görerek şaşırdı. Jean bir dükkâna girdi ve birkaç ekmek almak istedi. Fakat para olarak verdiği gümüşlerin üstünde imparator Decius’ un resmini gören dükkân sahibi gözlerine inanamadı ve yabancıya bu parayı nereden bulduğunu sordu. Genç adam paranın kendisinin olduğunu söyleyince aralarında bir tartışma başladı. Daha sonra etraflarına büyük bir kalabalık toplandı ve mesele şehrin yöneticisine kadar ulaştı. Yönetici de şaşırmıştı ve parayı aldığı hazinenin nerede olduğunu soruyordu. Fakat genç, paranın kendisine ait olduğu konusunda ısrar etti. Yönetici ona inanmadı, çünkü yaşlılardan hiç birinin tanımadığı yüzyıllar öncesine ait bir paraya gençler sahip olamazdı. Jean, İmparator Decius’un öldüğünü öğrenince buna hem şaşırdı, hem de sevindi. Kalabalığa önceki gün Decius’un zulmünden kurtulmak iç birkaç arkadaşı ile birlikte mağaraya sığındıklarını söyledi. Yönetici çok şaşırmıştı ve arkadaşlarının gizlenmekte oldukları mağarayı görmek isteyerek gencin peşinden gitti. Onların arkasından büyük bir kalabalık da geliyordu. Mağaraya geldiklerinde gençlerin gerçekten de İmparator Decius zamanına ait olduklarını fark ettiler. En sonunda imparator Theodosius’a da haber verildi ve O da mağarayı ziyaret etti. Daha sonra yedi genç mağaraya geri döndüler ve orada son nefeslerini verdiler. Bu apaçık mucizeyi görünce insanların öldükten sonra dirilmeye inançları tekrar güçlendi ve imparator mağaranın etrafına büyük bir anıt inşa edilmesi için emir verdi.)
14- Onların kalplerini (sabır ve kararlılıkla) pekiştirmiştik de (krala karşı) kıyam ettiklerinde demişler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; ilah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, şüphesiz, gerçeğin dışına çıkarız.
15- «Şunlar, bizim kavmimizdir; O’ndan başka ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah’a karşı yalan düzüp uydurandan daha zalim kimdir?»
16- (İçlerinden biri demişti ki:) «Madem siz onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından kopup ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizde size bir kolaylık sağlasın.»
17- Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar ise, mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi de saptırırsa onun için asla doğru yolu gösterici bir veli bulamazsın.
(Anlaşıldığı üzere onların mağarası güneye bakıyordu. Çünkü eğer kuzeye bakmış olsaydı güneşi göremezlerdi ve eğer doğu veya batıya doğru olsaydı, güneş doğarken veya batarken direkt olarak güneş mağaranın içine vururdu. Dolayısıyla güneş mağaraya giriyor, ama onlara direkt vurmuyordu.)
18- Sen onları uyanık sanırdın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardı. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Onların köpekleri de iki kolunu uzatmış yatmaktaydı. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
19- Böylece, birbirlerine sorsunlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: «Ne kadar kaldınız?» Dediler ki: «Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık.» Dediler ki: «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak çok dikkatli davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin.»
20- «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
21- Böylece onları (ülke halkına) duyurduk ki, Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini, onda asla şüphe olmadığını bilsinler. (Onlar ölünce halk) Kendi aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. Bazıları, «Onların üzerine bir bina yapın. Çünkü Rableri onları daha iyi bilendir» dediler. Fakat onların işine galip gelenler (Padişah ve muvahhitler) ise, «Mutlaka onların üstüne bir Mescid edineceğiz» dediler.
22- (İnsanların kimi,) «Üç kişidir, onların dördüncüsü de köpekleridir» diyorlar. Veya «Beş kişidir, onların altıncısı da köpekleridir» diyorlar. (Bu adeta,) Görülmeyene (gayba) taş atmaktır. Ya da «Yedi kişidir, onların sekizincisi de köpekleridir» diyorlar. De ki: «Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında da kimse bilemez.» Öyleyse onlar hakkında bu bildirilenler dışında tartışmaya girişme ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiç bir şey hakkında, «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme.
24- «Sadece Allah dilerse» (yapacağım, de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: «Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana hidayet eder.»
25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
26- De ki: «Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O’nundur. O, güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O’ nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.»
27- Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. O’nun sözlerini değiştirici yoktur ve O’nun dışında kesin olarak bir sığınak bulamazsın.
28- Sen de sabah akşam O’nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte olmaya sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi hevasına uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.
29- Ve de ki: «Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen küfre sapsın. Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, ateş çadırları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, maden eriyiği gibi yüzleri kavurup yakan bir su ile suvarılırlar. O pek de kötü bir içkidir ve pek de kötü bir dayanaktır.
30- Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar (var ya), biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız.
31- Altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır. Orda altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup dayanırlar. (Bu) Pek de güzel bir sevap ve pek de güzel bir dayanaktır!
32- Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık, ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik.
33- İki bağ da yemişlerini vermişti, ondan (verim bakımından) hiç bir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında da bir ırmak fışkırtmıştık.
34- (iki adamdan) Birinin başka ürünleri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: «Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.»
35- Daha sonra bağına girdi ve kendisine zulmederek, «Bunun hiç yok olacağını sanmam.» dedi.
36- «Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer (sözgelişi) Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.»
37- Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: «Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni bir adam formuna koyanı inkâr mı ettin?»
38- «Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.»
39- «Sen neden bağına girdiğin zaman, «Maşallah! Allah’tan başka kuvvet yoktur» demedin ki? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan…»
40- «Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten yakıp yıkan bir afet gönderir de yalçın, çorak bir toprak kesiliverir.»
41- «Veya onun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.»
42- (Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) ovuşturup duruyordu. O bağ ürünlerden boşalmış, öylece ıpıssız kalıvermişti. Kendisi de şöyle diyordu: «Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!»
43- Allah’ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.
44- İşte burada velayet (egemenlik), hak olan Allah’a aittir. O, sevap bakımından daha hayırlı, sonuç bakımından da daha iyidir.
45- Onlara dünya hayatının örneğini de (şöyle) ver: Sanki bir su, onu semadan indirmişiz, deriken onunla yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışmış, derken bir çöp kırıntısı olmuştur, rüzgâr onu savurur gider. Allah, her şeyin üzerinde güç sahibidir.
46- Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan salih davranışlar ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, ümit bağlamak bakımından da daha hayırlıdır.
47- Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (içi boşaltılmış) görürsün; onları bir arada toplamışız da içlerinden hiç birini dışarıda bırakmamışızdır.
48- Onlar senin Rabbine sıra sıra sunulurlar. Şüphesiz, sizi ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş olursunuz. Hayır, bizim size bir buluşma zamanı tayin etmediğimizi sandınız, değil mi?
49- (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: «Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük her şeyi sayıp döküyor?» Yapıp ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
50- Hani meleklere: «Âdem’e secde edin» demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. Zalimler için (Allah yerine veli edindikleri şeytan), pek de kötü bir bedeldir!
51- Göklerin ve yerin yaratılışında da kendi nefislerinin yaratılışında da ben onları şahit tutmadım. Ben, saptırıcıları yardımcı güç de edinmedim.
52- O gün (Allah), Bana ortak sandıklarınızı çağırın der. Onları çağırırlar, fakat kendilerine cevap vermezler. Biz onların arasında (o gün) helak edici bir düşmanlık kılmışızdır.
53- Suçlu günahkârlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir dönüş yolu bulamazlar.
54- Şüphesiz biz, bu Kur’an’da insanlar için çeşit çeşit, her türlü örnekler verdik. (Ama yine de) İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.
55- Kendilerine hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerinden bağışlanma dilemelerinden alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin (akıbetinin) kendilerine de gelmesi ya da kendilerine azabın açıkça gelivermesi (karşısında iman edip kurtulacakları yanılgısı içinde bulunmaları) olmuştur.
56- Biz peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ederler. Onlar benim ayetlerimi ve uyarılıp korkutuldukları (azabı) alay konusu edinirler.
57- Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdiklerini unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, onların kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
58- Senin çok bağışlayan Rabbin rahmet sahibidir. Eğer, kazanmakta olduklarından dolayı onları (azapla) yakalayıverseydi, şüphesiz onlara azabı (biran önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
59- O şehirler, zulme saptıkları zaman onları helake uğrattık ve helak oluşları için de bir zaman tayin ettik
60- Hani Musa genç arkadaşına demişti: İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar ya da uzun bir süre geçinceye kadar yol almaya devam edeceğim.»
61- Böylece ikisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık da) denizde bir akıntıya doğru kendi yolunu tuttu.
62- (Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç delikanlısına dedi ki: «Yemeğimizi getir bize, şüphesiz, bu yaptığımız yolculuktan gerçekten yorulduk.»
63- (Delikanlı) Dedi ki: «Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unutmuş oldum. Onu hatırlamamı Şeytan’dan başkası bana unutturmadı; O da şaşılacak bir şekilde denizde kendi yolunu tuttu.»
64- (Musa) Dedi ki: «Bizim de aradığımız oydu.» Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler.
65- Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.
66- Musa ona dedi ki: «Doğru yol olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?»
67- Dedi ki: «Gerçekten sen, benimle birlikteliğe sabretmeye güç yetiremezsin.»
68- (Böyleyken) «İlim açısından ihata edemediğin bir şey hakkında nasıl sabredebilirsin?»
69- (Musa,) «İnşallah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim» dedi.
70- Dedi ki: «Eğer bana uyacak olursan, ben bilgilendirinceye kadar hiç bir şey hakkında bana soru sorma.»
71- Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: «İçindekileri batırmak için mi onu deldin? Şüphesiz, sen şaşırtıcı bir iş yaptın.»
72- Dedi ki: «Gerçekten benimle birlikteliğe sabretmeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?»
73- (Musa:) «Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma» dedi.
74- Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: «Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir cana mı kıydın? Şüphesiz, sen kötü bir iş yaptın.»
75- Dedi ki: «Gerçekten benimle birlikteliğe sabretmeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?»
76- (Musa:) «Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Şüphesiz benden yana bir bahane elde etmiş olursun» dedi.
77- (Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip onlardan yemek istediler, fakat (ülke halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (ülkede) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu doğrulttu. (Musa) Dedi ki: «Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret de alabilirdin!»
78- Dedi ki: «İşte bu benimle senin aranı ayırıcı nedendir. Şimdi sana hakkında sabretmeye güç yetiremediğin işlerin yorumunu anlatacağım.»
79- «Gemiye gelince, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim, çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.»
80- «Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi. Dolayısıyla çocuğun onları azgınlık ve küfre sürüklemesinden korktuk.»
81- «Buna karşılık Rablerinin onlara temizlikçe ondan daha hayırlısını, merhametçe de daha yakın olanını vermesini diledik.»
82- «Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı ve babaları da salih biriydi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunu, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte bu, senin hakkında sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin yorumudur!»
83- Sana Zülkarneyn hakkında sorarlar. De ki: «Size onun hakkında, hatırlatıcı ayetler okuyacağım.»
(Ayet, Zülkarneyn’in şahsı, yaşadığı dönemi ve yeri hakkında herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Bu belirsizlik, Kur’an’da yer alan kıssaların değişmez özelliğidir. Çünkü Kur’an’da yer alan kıssaların asıl amacı, tarihi tespit değildir. Amaç, kıssadan yararlı sonuç çıkarmaktır. Çoğu zamanda yer ve zaman tespitine gerek kalmadan kıssalardan istenen çıkarılabilir.
84- Gerçekten, biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden (hedefe ulaştıran) bir sebep verdik.
85- O da bir yol tutmuş oldu.
86- Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve güneşi (adeta) kara balçıklı bir suda (denizin üstündeki ufuklarda) batıyor buldu, yanında da bir kavim gördü. Dedik ki: «Ey Zülkarneyn , (onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (prensip) edinirsin.»
87- «Kim zulme saparsa muhakkak ona azap edeceğiz, sonra da (o zalim kimse) Rabbine döndürülür. O da onu görülmemiş bir azapla cezalandırır» dedi.
88- Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleriz.»
89- Sonra (Zülkarneyn yine) bir yol tutmuş oldu.
90- Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştığında güneşi, kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.
91- İşte böyleydi, onun yanında olan her şeyi (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.
92- Sonra (yine) bir yol tuttu.
93- Nihayet iki dağ arasına ulaştığı zaman orada hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
94- Dediler ki: «Ey Zülkarneyn, gerçekten Ye’cuc ve Me’cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktalar, bizimle onlar arasında bir set inşa etmen için sana vergi verelim mi?»
95- Dedi ki: «Rabbimin beni üzerinde egemen kıldığı şey, daha hayırlıdır. Madem öyle, siz bana (insani) güçle yardım edin de sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.»
96- «Bana demir külçeleri getirin.» İki dağın arası (demir külçeleriyle) eşit düzeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirince de dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»
97- Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne de onu delmeye güç yetirebildiler.
98- (Zülkarneyn ) Dedi ki: «Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi geldiği zaman, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi haktır.»
99- Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıveririz. Sur’a da üfürülmüştür, ardından onların tümünü bir arada toplarız.
100- Ve o gün, cehennemi, küfre sapanlara tam bir sunuşla (tümüyle göstererek) sunarız.
101- Onlar gözleri, beni anmaktan bir perde içinde olan ve işitmeye tahammül edemeyen kimselerdi.
102- Küfre sapanlar, beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini (ve böylece kurtuluşa ereceklerini) mi sandılar? Gerçekten biz cehennemi, küfre sapanlar için bir durak olarak hazırlamışızdır.
103- De ki: «Ameller bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?»
104- «Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.»
105- İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı da kurmayacağız.
106- İşte, küfre sapmaları, ayetlerimi ve peygamberlerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle onların cezası cehennemdir.
107- İman edip salih amellerde bulunanlar (var ya), Firdevs cennetleri onlar için bir konaklama yeridir.
108- Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler.
109- De ki: «Rabbimin sözleri için (yazalım dersek), deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirecek olsak, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverir.»
110- De ki: «Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın.»