Esma'ül Hüsna ile ilgili en detaylı bilgi kaynağı…
Sureyi Dinle[Surenin yüklenmesi için lütfen bir kaç saniye bekleyin.]
Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla
1- Ta, Sin, Mim.
2- Bunlar, apaçık olan kitabın ayetleridir.
3- Mü’min olan bir kavim için, Musa ve Firavun’un haberinden (bir bölümünü) hak olarak sana okuyacağız.
4- Şüphesiz Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kız çocuklarını diri bırakıyordu. Gerçekten o bozgunculardandı.
5- Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere minnette bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyorduk.
(Münezzeh olan Allah Kur’an-ı Kerim’de bazen gökyüzü, yeryüzü, güneş ve ay gibi bir takım zahiri maddi nimetleri hatırlatmaktadır ve bazen de batini ve manevi nimetlerini dile getirmektedir. Manevi nimetlerin bir takım derece ve mertebeleri vardır ki o nimetlerin en üstünü risalet ve imamet nimetidir. Bu açıdan Kur’an-ı Kerim her iki nimeti de «minnet» (taşınması, hazmedilmesi dayanılmaz ve ağır olan nimet, dille minnet değil) olarak anmaktadır. Melekler, sahip oldukları bütün kutsallık ve şerafetle birlikte sadece feyiz aracıdırlar ve direkt olarak insanlık toplumunu hidayete eriştirme konumunda değillerdir. Bu açıdan münezzeh olan Allah, Kur’an-ı Kerim’de, kapsamlısı velayet olan imamet ve nübüvvete dayanmakta ve onu minnet vesilesi kılmaktadır. Oysa gökler, yer, cennet ve kıyametin yaratılışı hususunda ise «minnet» kelimesini kullanmamaktadır. Zira gökler ve yeryüzü her ne kadar büyük de olsa, Allah’ın dayanılmaz ve ağır nimetleri olan risalet ve imamet karşısında çok küçük kalmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de sadece Gadir-i Hum ve Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) velayeti hakkında, «nimeti tamamlamak» özgün tabiri kullanılmıştır. «Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım» Burada «sizlere nimet verdim» ifadesi kullanılmamıştır. Aksine Allah burada, «Sizlere olan nimetimi tamamladım» diye buyurmaktadır. Yani, nasıl ki Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) risalet ve nübüvveti, risalet ve nübüvvetlerin en kâmilidir ve ondan sonra hiç kimseye nübüvvet makamı verilmeyecektir, aynı şekilde Hz. Ali’nin ve evlatlarının imamet ve velayeti de, velayet ve imametlerin en kâmilidir ve dolayısıyla onlardan sonra hiç kimseye imamet makamı verilmeyecektir. Kur’an-ı Kerim’e göre büyük velayet bayramı olan Gadir-i Hum günü, ilahi manevi nimetler en üstün sınırına ve en yüce derecesine ulaşmış bulunmaktadır. Ali’nin ve Ali’nin evlatlarının (a.s) velayetinden daha üstün bir nimet olmadığı için de Gadir bayramı, İslam ümmetinin en üstün bayramlarından biridir. Ehl-iBeyt imamlarının teşrii ve tekvini velayetine inanmak ve onların aracı, şefaat ve vesile olduğuna iman etmek, İslam ümmetine nasip olmuş olan en önemli bereketlerden biridir.)
6- Ve onları yeryüzünde iktidar sahipleri olarak yerleşik kılmak; Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan (İsrail oğullarından yana) sakınmakta oldukları şeyi (devrimi) göstermek (istiyorduk).
7- Musa’nın annesine, «Onu emzir, şayet onun için korkacak olursan, bu durumda onu suya bırak, korkma ve hüzne kapılma; çünkü onu biz sana tekrar geri vereceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız» diye vahyettik.
8- Nihayet Firavun’un ailesi, onu kendileri için (ileride bilmeksizin) bir düşman ve üzüntü konusu olsun diye sahipsiz görüp aldılar. Gerçekte Firavun da Hâmân da ve askerleri de bir yanılgı içindeydi.
9- Firavun’un karısı dedi ki: «Benim için de senin için de bir göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.» Oysa onlar (başlarına geleceklerin) farkında değillerdi.
10- Musa’nın annesinin kalbi, (kendisine yapılan vahiy nedeniyle her türlü hüzün ve kederden) arınmış olarak sabahladı. Eğer mü’minlerden olması için kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu (Musa’nın durumunu) açığa vuracaktı.
11- Ve onun kız kardeşine, «Onu izle.» dedi. Böylece o da kendileri farkında değilken onu uzaktan gözetledi.
12- Biz daha önce ona, sütanalarını haram etmiştik. (Kız kardeşi,) «Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve iyiliğini isteyenlerden olacak bir aileyi size bildireyim mi?» dedi.
(Musa (a.s) kraliçenin onu emzirmek için çağırdığı hiç sütannesinin memesini ağzına almıyordu.)
13- Böylelikle gözünün aydın olması, hüzne kapılmaması ve gerçekten Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilmesi için, onu annesine geri vermiş olduk. Ancak onların çoğu bilmezler.
14- O, kemaline erişip oturaklı hale gelince de biz ona bir hüküm ve ilim verdik. Biz ihsan sahiplerini işte böyle ödüllendiririz.
(Erginlik çağına girmek, bedensel güçlerin son noktaya varmasıdır. Olgunlaşmak ise, organik ve akli gelişmenin tamamlanmasıdır. Bu da genellikle otuz yaş civarında gerçekleşir. Hükümden maksat ise hak ve batılı teşhis etme yetisidir.)
15- (Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve (elinde olmaksızın) işini bitiriverdi. «Bu (ölüm sebebi kavganız) şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır» dedi.
16- Dedi ki: «Rabbim! Şüphesiz ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.» Böylece (Allah) onu bağışladı. Hiç şüphe yok O, bağışlayandır, esirgeyendir.
17- Dedi ki: «Rabbim! Bana verdiğin nimetler (hüküm ve ilim) uğruna, artık suçlu günahkârlara destekçi olmayacağım.»
18- Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: «Sen gerçekten apaçık bir azgınsın.»
19- Sonunda ikisinin de düşmanı olanı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: «Ey Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.»
20- Şehrin öte başından bir adam koşarak gelip dedi ki: «Ey Musa! Önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler. Artık sen çık git; gerçekten ben senin iyiliğini dileyenlerdenim.»
21- Böylece oradan korku içinde (çevreyi) gözetleyerek çıkıp gitti: «Rabbim! Zalimler topluluğundan beni kurtar» dedi.
22- Medyen’e doğru yöneldiğinde de, «Umarım Rabbim, beni doğru bir yola hidayet eder» dedi.
23- Medyen suyuna vardığı zaman, ondan su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (sürüsünü, başında erkeklerin bulunduğu suya gitmekten) alıkoyan iki kadın buldu. Dedi ki: «Bu durumunuz ne?» Dediler ki: «Çobanlar (sürüsünü) geri çekmedikçe, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız da büyük bir ihtiyardır.»
24- Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: «Rabbim! Doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım.»
25- Çok geçmeden, o ikisinden biri, utangaç bir tavırla yürüyerek ona geldi. «Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık olarak sana mükâfat vermek üzere seni davet etmektedir» dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o, «Korkma» dedi. «Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun.»
26- Onlardan biri dedi ki: «Ey babacığım! Onu ücretli olarak tutuver. Şüphesiz o ücretle tuttuklarının en hayırlısıdır. (Çünkü o) Kuvvetli ve güvenilir biridir.»
27- (Babaları) Dedi ki: «Doğrusu ben, sekiz yıl bana hizmet etmene karşılık olmak üzere, şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Şayet on yıla tamamlayacak olursan, artık o da senden. Ben sana zorluk çıkarmak istemem; beni de inşallah salih olanlardan bulacaksın.»
28- (Musa) Dedi ki: «Bu seninle benim aramdadır. Bu durumda iki süreden hangisini yerine getirirsem, artık bana karşı bir haksızlık söz konusu olamaz. Allah da söylemekte olduklarımıza vekildir.»
29- Böylelikle Musa, süreyi tamamlayıp ailesiyle birlikte yola koyulunca, Tur tarafında bir ateş gördü. Ailesine, «Siz durun, gerçekten ben bir ateş gördüm. Umarım ondan size ya bir haber, ya da ısınmanız için bir kor parçası getiririm» dedi.
30- Derken oraya geldiğinde, o bereketli yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan, «Ey Musa! Âlemlerin Rabbi olan Allah benim!» diye seslenildi.
31- «Asanı bırak.» Ardından onun bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı. «Ey Musa! Dön ve korkuya kapılma. Gerçekten sen güvende olanlardansın.»
32- «Elini koynuna sok, hastalıksız olarak bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çekip toparlan, korkma artık! İşte bunlar, senin Rabbinden, Firavun ve önde gelen adamlarına iki kesin kanıttır. Gerçekten onlar, fasık olan bir topluluktur.»
33- Dedi ki: «Rabbim! Gerçekten ben onlardan bir kişi öldürdüm, beni öldürmelerinden korkuyorum.»
34- «Ve kardeşim Harun dil bakımından benden daha düzgün konuşmaktadır, onu da benimle birlikte bir yardımcı olarak gönder de beni doğrulasın. Çünkü onların beni yalanlamalarından korkuyorum.»
35- (Allah) Dedi ki: «Pazını kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz ve ikinize bir güç vereceğiz de böylece ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz de size uyanlar da galip olanlarsınız.»
36- Mûsa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman, «Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş babalarımızdan da bunu işitmedik» dediler.
37- Mûsa dedi ki: «Rabbim, kimin kendisinden bir hidayetle geldiğini ve dünyanın sonunun kimin olacağını daha iyi bilir. Doğrusu zalimler kurtuluşa erişemezler.»
38- Firavun dedi ki: «Ey önde gelenler! Sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Tuğla ocağını körükle (balçığı pişir) de bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan sanıyorum.»
39- O ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.
40- Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutuverip suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.
41- Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık, kıyamet günü yardım görmezler.
42- Bu dünya hayatında biz onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise onlar, çirkinleştirilmiş olanlardandır.
43- Şüphesiz ilk kuşakları yıkıma uğrattıktan sonra, belki hatırlayıp kendilerine gelirler diye Musa’ya, insanlar için basiretler, hidayet ve rahmet olmak üzere kitap verdik.
44- Musa’ya o işi (ilahi vahyi verip) gerçekleştirdiğimiz zaman, sen (Tur’un) batı yanında değildin ve sen (buna) şahit olanlardan da değildin.
45- Ancak biz nice nesiller var ettik de onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen Medyen halkı içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak (bu bilgileri sana) gönderen biziz.
46- (Musa’ya) Seslendiğimiz zaman da sen Tur’ un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere, senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavimi, belki hatırlayıp kendilerine gelirler diye uyarıp korkutman için (gönderildin).
47- Kendi ellerinin öne sürdükleri dolayısıyla onlara bir musibet isabet ettiğinde, Rabbimiz! Bize de bir peygamber gönderseydin de böylece biz de senin ayetlerine uysaydık ve mü’minlerden olsaydık» diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).
48- Fakat onlara kendi katımızdan hak geldiği zaman, «Musa’ya verilenlerin bir benzeri de buna verilmeli değilmiydi?» dediler. Onlar, daha önce Musa’ya verilenleri inkâr etmemişler miydi? «İki büyü birbirine arka çıktı» demişler ve (şunu) söylemişlerdi: Gerçekten biz hepsini inkârcılarız.»
49- De ki: «Eğer doğruysanız, bu durumda Allah katından bu ikisinden (Musa’ya indirilen Tevrat ve bana indirilen Kur’an’dan) daha doğru olan bir kitap getirin de ben de ona uymuş olayım.»
50- Buna rağmen sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki, onlar, gerçekten kendi hevalarına uymaktadırlar. Oysa Allah’tan bir kılavuz olmaksızın, kendi hevasına uyandan daha sapık kimdir? Hiç şüphe yok Allah, zulmetmekte olan bir kavime hidayet vermez.
51- Şüphesiz, biz hatırlayıp kendilerine gelsinler diye sözü birbiri ardınca dizip indirdik.
52- Bundan (Kur’an’dan) önce, kendilerine kitap verdiklerimiz buna (Kur’an’a) inanmaktadırlar.
53- Onlara okunmakta olduğu zaman, «Biz ona inandık, gerçekten o, Rabbimizden olan bir haktır, şüphesiz biz bundan önce de Müslümanlar idik» derler.
54- İşte onlara sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
55- Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve «Bizim yapıp ettiklerimiz bizim, sizin yapıp ettikleriniz sizindir. Size selam (esenlik) olsun, biz cahilleri istemeyiz» derler.
56- Şüphesiz sen, sevdiğini hidayete eriştiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir. O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir.
57- Dediler ki: «Eğer seninle birlikte hidayete uyacak olursak, yerimizden çekilip kopartılırız.» Oysa biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürününün aktarılıp toplandığı, güvenli bir Harem’de (Mekke-i Mükerreme’de) yerleşik kılmadık mı? Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
(Kureyş’in ilâhî mesaja karşı çıkmasının en büyük nedeni yalnızca atalar dinine körü körüne bağlılık değildi. Onlar bu ilahi mesajı kendi çıkarları için de tehlikeli görmekteydiler. Zanlarınca putperestlik ve çoktanrıcılığın yanlış, tevhidin ise doğru olduğu aklî delillerle ispatlansa bile, tevhidi kabul etmek onlar için yıkım olacaktı. Zira böyle yaptıkları anda güya bütün Arabistan kendilerine karşı ayaklanacaktı. Sonra Kâbe muhafızlığından çıkarılacaklar, çok tanrıcı kabilelerle yaptıkları bütün dostluk anlaşmaları, kurdukları tüm dostane ilişkiler bozulacak ve böylece ticaret kervanlarını anlaşmalı kabile topraklarından emniyetle geçirmenin yegâne garantisi ortadan kalkmış olacaktı. Dolayısıyla bu yeni inanç yalnızca dinî nüfuzlarının değil, aynı zamanda ekonomik refahlarının da sonu demek olacaktı. Hatta kısır değerlendirmelerine göre diğer Araplarca Mekke’den bile sürülebilirlerdi.)
58- Biz, yaşama biçimleriyle refah içinde şımarıp azmış nice şehri yıkıma uğrattık. İşte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar biziz.
59- Senin Rabbin, ana yerleşim merkezlerine onlara ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir ve biz, halkı zulmetmekte olan şehirlerden başkası da yıkıma uğratıcı değiliz.
60- Size verilen şeyler, yalnızca dünya hayatının metası ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız?
61- Şimdi kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz, dolayısıyla da ona kavuşacak olan kişi; (sadece) dünya hayatının geçici menfaat ve zevkini yaşattığımız, sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulanlardan olan kişi gibi midir?
62- O gün (Allah) onlara seslenip, «Benim ortaklarım olarak öne sürdükleriniz nerede?» der.
63- Üzerlerine söz (azap) hak olanlar derler ki: Rabbimiz, işte bizim azdırıp saptırdıklarımız bunlar; kendimiz azıp saptığımız gibi, onları da azdırıp saptırdık. (Şimdiyse) Sana (gelip onlardan) uzaklaşmış bulunmaktayız. Onlar bize tapıyor da değillerdi.
64- Denir ki: «Ortaklarınızı çağırın.» Böylelikle onları çağırırlar, ama kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. Hidayet bulmuş olsalardı ne olurdu!
65- O gün (Allah) onlara seslenerek, «Peygamberlere ne cevap verdiniz?» der.
66- Artık o gün haberler onlar için körelmiştir (söyleyecek sözleri kalmamıştır), onlar birbirlerine de soramazlar.
67- Ancak kim tövbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık kurtuluşa erenlerden olması umulur.
68- Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir. Allah, onların ortak koşmakta olduklarından münezzehtir, yücedir.
(Hiç kuşkusuz bu, insanların çoğu zaman unuttuğu, en azından birçok yönünü unuttuğu önemli bir gerçektir. Yüce Allah dilediğini yaratır, bu konuda hiç kimse ona bir öneride bulunamaz. O’nun yaratmasına bir ekleme ya da azaltmada bulunamaz. O’nun yaratmasını değiştiremez, bozamaz. Yarattıklarından dilediği için istediği görevi, işi, yükümlülüğü ve yeri belirleyen O’dur. Hiç kimse O’na herhangi bir kişiyi, bir olayı, bir sözü veya bir eylemi seçmesini öneremez. Dolayısıyla kimi peygamber, kimi de halifesi ve vasisi olarak seçeceği sadece Allah’a aittir. Ümmetin bunu tayin etme yetkisi bulunmamaktadır)
69- Rabbin onların göğüslerinin saklamakta olduklarını da açığa vurmakta olduklarını da bilir.
70- O, Allah’tır, kendisinden başka ilah yoktur. Başta da sonda da (dünyada da âhirette de) bütün güzel övgüler O’nadır. Hüküm O’nundur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz.
71- De ki: «Söyleyin bakayım; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?
72- De ki: «Söyleyin bakayım, Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz?
73- Allah dinlenmeniz için geceyi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için gündüzü var etmiştir. Bunlar, O’nun rahmetinden ötürüdür. Belki artık şükredersiniz.
74- O gün (Allah) onlara seslenip, «Benim ortaklarım olarak öne sürdükleriniz nerede» der.
75- Her ümmetten bir şahit çıkarır ve «Kesin delilinizi ortaya koyun» deriz. O zaman, gerçeğin Allah’a ait olduğunu, uydurduklarının kendilerinden uzaklaşıp kaybolduklarını anlarlar.
76- Şüphesiz Kârun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Hani halkı ona, «Şımararak sevinme, gerçekten Allah, şımararak sevinenleri sevmez» demişti
77- «Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Gerçekten Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.»
78- Dedi ki: «Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.» Gerçekten Allah’ın, kendisinden önceki kuşaklardan kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri bile yıkıma uğrattığını bilmez mi? (Azap geldiği gün) Suçlu günahkârlardan kendi günahları sorulmaz.
79- Böylelikle kendi ihtişamlı süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar, «Ah keşke Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı! Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir» dediler.
80- Kendilerine ilim verilenler ise, «Yazıklar olsun size! Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz» dediler.
81- Sonunda onu da konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
82- Dün onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında, «Vay, demek Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip yaymakta ve kısıp daraltmaktadır. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten küfre sapanlar felah bulamaz» demeye başladılar.
83- Ahiret yurdunu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç da takva sahiplerinindir.
84- Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yapmakta olduklarıyla karşılık görürler.
85- Hiç şüphesiz, sana Kur’an’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki: «Rabbim, hidayetle geleni de açıkça bir sapıklık içinde olanı da daha iyi bilmektedir.»
86- Kitabın sana (kalbine vahiy ile) bırakılacağını ummazdın; (bu,) senin Rabbinden ancak bir rahmettir. Öyleyse sakın kâfirlere arka olma.
87- Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma.
88- Ve Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.