Makale

Sure Açıklaması
(Mekke’de nazil olmuştur ve 206 ayettir. 46. ve 48. ayetlerde A’rafta yani cennet ve cehennem ehli arasındaki yüksek bir yerde bulunan insanlardan söz edildiği için sureye bu ad verilmiştir.)

Sureyi Dinle [Surenin yüklenmesi için lütfen bir kaç saniye bekleyin.]


Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

1- Elif, Lam, Mim, Sad.

2-(Bu) Kendisiyle insanları uyarman, inananla­ra öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta (tebliğ ederken) göğsünde bir sıkıntı olmasın.

3-Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Pek az hatırlayıp kendinize geliyorsunuz.

4-Biz nice ülkeleri yok etmişizdir; azabımız onlara geceleyin ya da öğlen vakti uyurlarken geliverdi.

5-Azabımız kendilerine geldiğinde, «Bizler, gerçekten zalimlerdik!» demek­ten başka bir yakarışları olmadı.

6-Hiç şüphesiz kendilerine peygam­ber gönderilenlere soracağız ve kesin­likle peygamberlere de soracağız.

7-Hiç şüphesiz tam bir ilimle kendi­lerine (yaptıklarını) anlatacağız ve biz (onlardan asla) uzak değildik.

8-O gün (amelleri tartacak) tartı haktır. Tartılan ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır.

9-Tartıları hafif gelenler, ayetlerimi­ze yaptıkları zulümlerden ötürü kendile­rini hüsrana sokanlardır.

10-Sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada sizin için geçim kaynakları karar kıldık. Öyleyken pek az şükrediyorsunuz.

11-Hiç şüphesiz sizi yarattık, sonra şekil verdik ve sonra da meleklere, «Âdem’e secde edin» dedik. İblis’ten başka hepsi secde etti. O, secde edenler­den olmadı.

12-Allah, «Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?» dedi. «Ben ondan üstünüm; beni ateşten, onu çamurdan yarattın» dedi.

13-Ona, «Öyleyse in oradan! Orada büyüklük taslaman senin haddin değil­dir. Hemen çık. Gerçekten sen, aşağılık­lardansın.» dedi.

14-(iblis) İnsanların tekrar dirilecek­leri güne kadar, bana mühlet ver dedi.

15-(Allah,) «Sen mühlet verilenlerdensin» dedi.

16-(iblis,) «Beni azdırdığın için, mutlaka onlar için (sapsınlar diye) senin doğru yolunun üstüne oturacağım» dedi.

17-«Sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım ve çoğunu sana şükredenlerden bulama­yacaksın» dedi.

18-Allah, «Yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık; hiç şüphesiz insanlar­dan sana kim uyarsa, hepinizi cehenne­me dolduracağım» dedi.

19-«Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.»

20-Şeytan, kendilerinden örtülmüş olan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi iki melek olmanızı veya burada temelli kalmanıönlemek içindir.»

21-«Doğrusu ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim» diye ikisine yemin etti.

22-Böylece onları aldatarak (makamlarından) düşürdü. Ağaçtan tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeğe koyuldular. Rableri onlara,  «Ben ağaçtan menetmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim? Diye seslendi.

23-Her ikisi, «Rabbimiz! Kendimize zulmet­tik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz hüsrana uğrayanlardan oluruz» dediler.

24-«Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzün­de belli bir zamana kadar sizin için bir yerleşim ve geçim vardır.»

25-«Orada yaşar, orada ölür ve oradan (dirilip) çıkarılırsınız» dedi.

26-Ey Âdemoğulları! Şüphesiz ayıp yerlerinizi örtecek elbise ve sizi süsleyecek giysi gönder­dik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır, bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alırlar.

27-Ey Âdemoğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de fitneye düşürmesin. Sizin onları görme­diğiniz yerlerden, o ve taifesi sizi görür­ler. Biz şeytanları, iman etmeyenlere ve­liler (hâkimler) kılmışızdır.

28-Onlar bir kötülük yaptıkları za­man, «Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti» derler. De ki: «Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsu­nuz?»

29-De ki: «Rabbim adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü O’na doğ­rultun ve dini yalnız kendisine has kıla­rak O’na dua edin. Başlangıçta sizi ya­rattığı gibi (O’na) döneceksiniz.»

30-Allah insanlardan bir takımını hi­dayete erdirdi, fakat bir takımı da sapık­lığı hak etti; çünkü bunlar Allah’ı bıra­kıp şeytanları veliler edindiler ve (buna rağmen) hidayete ermiş olduklarını sanı­yorlar.

31-Ey Âdemoğulları! Her mescit ye­rinde ziynetinizi (üzerinize) alıveriniz. Yi­yin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Al­lah israf edenleri sevmez.

32-De ki: «Allah’ın kulları için ya­rattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?» (Ayrıca) De ki: «Bunlar, dünya hayatında iman edenlerindir (ama diğerleri de istifade edebilirler)’, kıyamet gü­nünde ise yalnız onlar içindir.» Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz.

33-De ki: «Rabbim sadece açık ve gizli kötülükleri, günahı, haksız yere saldırıyı, hakkında hiç bir delil indirme­diği şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söyle­menizi haram kılmıştır.»

34-Her ümmet için belirli bir süre vardır; vakitleri dolunca (artık ondan) ne bir saat gecikebilir, ne de öne geçebilir­ler.

35-Ey Âdemoğulları! Size aranızdan ayetleri­mizi okuyan peygamberler geldiğinde, kim (muha­lefetten) sakınır ve kendini ıslah ederse, işte onlara ne korku vardır ve ne de onlar üzüleceklerdir.

36-Ayetlerimizi yalanlayıp onlara karşı bü­yüklük taslayanlar, işte onlar ateş ehlidirler, onda temelli kalacaklardır.

37-Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Yazılmış (takdir edilmiş) payları kendilerine erişir. Sonunda elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah’tan başka taptıklarınız nerede.»  diye sorarlar. Onlar ise «bizi (yüzüstü) bırakıp kayboldular» derler. Böylece kâfir olduklarına kendi aleyhlerine şahitlik ederler.

38-Allah, «Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin» der. Her ümmet (ateşe) girdikçe kendi kardeşine (yoldaşına) lanet eder. Hepsi birbiri ardından ateşte toplanınca, sonrakiler(uyanlar), öncekiler (önderleri) için, «Rabbimiz! Bizi saptıranlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver!» derler. Allah, «Hepinizin kat kattır, ama bilmezsiniz» der.

39-Öncekiler (önderler) sonrakilere (kendilerine uyanlara), «Sizin bizden bir üstünlüğünüz yoktur, kazandığınıza karşılık tadın azabı» derler.

40-      Doğrusu ayetlerimizi yalan sayıp, onlara karşı büyüklük taslayanlara göğün kapıları açıl­maz; halat (veya deve) iğnenin deliğinden geçme­dikçe cennete de giremezler. Suçluları böyle cezalandırırız.

41-Onlar için cehennemden bir ya­tak ve üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Zalimleri böyle cezalandırırız.

42-İman edip iyi amellerde bulunan­lar (var ya), biz hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemeyiz. İşte onlar cennet ehlidir. Orada onlar ebedî kalacaklar.

43-Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışızdır. Altlarından da ırmaklar akar. Derler ki: «Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Al­lah bize hidayet vermeseydi, biz hidaye­te erişmezdik. Şüphesiz Rabbimizin el­çileri hak ile geldiler.» Onlara: «İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir» diye ses­lenilir.

44-Cennet ehli, ateş ehline, «Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk, siz de Rabbinizin vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?» diye seslenirler. (Onlar,) «Evet» derler. Aralarında bir münadi, «Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun» diye seslenir.

45-Onlar Allah yolundan alıkoyar ve onu eğri büğrü olarak (göstermek) isterler ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.»

46-İki taraf (cennet ve cehennem ehli) ara­sında bir engel (yüksekçe burç) ve A’raf (bu burcun yüksek tepeleri) üzerinde her iki tara­fı da simalarından tanıyan kimseler (Pey­gamber ve Ehl-i Beyt’i) vardır. Henüz cenne­te girmemiş, fakat girmeyi şiddetle ar­zulayan cennetliklere «Selam (esenlik) si­ze» diye seslenirler.

(Sevaik’ul Muhrike s.l0l’de İbn-i Hacer (Şa­fii), Sa’lebi’nin tefsirinden naklen İbn-i Abbas’in bu ayetin tefsirinde şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: «A’raf sırat köprüsünün üstünde olan yüksek bir dağdır. O dağın üzerinde Abbas, Hamza ve Ali bin Ebi Talib ve Cafer-i Tayyar dururlar. Kendile­rini sevenleri yüzlerinin (nurundan) beyazlığın­dan ve kendilerine buğz edenleri ise yüzlerinin ka­ra olmasından tanırlar.» İmam Cafer Sadık ise şöyle buyurmuştur: «A’raf üzerinde duracak olan­lar Ehl-iBeyt imamlarıdır»)

47-(A’raf ehli kimselerin) Gözleri, ateş ehli tarafına çevrildiği zaman, «Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber kılma» der­ler.

48-Araf ehli, simalarından tanıdıkları (zalim) kimselere, «Topladığınız şeyler ve büyüklük taslamalarınız size fayda vermedi» diye seslenirler.

(Yenabi’ul Mevedde s.452 ve Şevahid’ut Ten­zil c.l s.199’da yer aldığına göre Selman Farisi şöyle demiştir: «Hz. Muhammed’in İmam Ali’ye defalarca şöyle buyurduğunu duydum: «Ey Ali sen ve senin vasilerin (imamlar) cennet ve cehennem arasında Araf ehlisiniz. Sizi tanıyanlar ve sizin tanıdığınız (velayetinizi kabul eden kimseler) cennete girebilecek ve cehenneme de ancak sizi inkâr edenler ve si­zin inkâr ettikleriniz girecektir.»)

49-(Ey zalimler!) «Allah’ın asla rahmetine erdirmeyeceğine yemin ettiğiniz (müminler) bunlar mıy­dı? (O halde zalimlerin isteklerinin aksine, ey cennet ehli kimseler!) «Cennete girin; size ne korku vardır, nede siz üzüleceksiniz.»

50-Ateş ehli olanlar cennet ehline, «Bize bira su veya Allah’ın size verdiği rızıktan akıtın» diye seslenirler. Onlar ise, «Doğrusu Allah kâfirlere her ikisini de haram kılmıştır» derler.

51-Onlar (kâfirler) ki, dinlerini bir oyalanma oyun (konusu) edinmişlerdir ve dünya hayatı onları aldatmıştır.  Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi bilerek inkâr ettikleri gibi, biz de bugün onları unuturuz.

52-Hiç şüphesiz biz onlara ilim üzere açıkla­dığımız bir kitap getirdik; bu kitap iman eden bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.

53- Onun (Kur’an’ın) haber verdiği (gerçek) şeyle­rin ortaya çıkışından başka bir şey mi bekliyorlar? Onun haber verdiği şeylerin ortaya çıktığı gün, önceleri onu unutmuş olanlar, «Rabbimizin pey­gamberleri şüphesiz bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat edecek şefaatçiler var mıdır? Yahut (imkân varsa) geriye çevrilsek de yaptığımız (kötü) şeylerden başka (iyi) şeyler yapsak» derler. Doğrusuonlar kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uy­armakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gitmiştir.

54-Şüphesiz Rabbiniz; gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra egemenlik tahtına kurulan, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten, güneş, ay ve yıldızlar emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah pek de yücedir.

55-Rabbinize yalvara yakara ve giz­lice dua edin. Doğrusu O aşırı gidenleri sevmez.

56-Islah edilmesinden sonra yeryü­zünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korku ve ümitle yalvarıp yakarın. Doğ­rusu Allah’ın rahmeti ihsan sahiplerine yakındır.

57-Rahmetinin önünde rüzgârları bir müjde olarak gönderen O’dur. Bunlar yüklü bulutlan kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir beldeye sürükleyiveririz ve bununla oraya su indi­ririz de böylece onunla bütün ürünler­den çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip çıkarırız. Umulur ki kendinize gelirsiniz.

58-İyi toprak Rabbinin izniyle bitki verir, çorak toprak ise faydasız bir bitki çıkarır. İşte biz şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.

59-Hiç şüphesiz Nuh’u kavmine gönderdik. «Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, O’ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum» dedi.

60-Kavminin ileri gelenleri, «Biz senin apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz» dediler.

61-«Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur, ancak ben âlemlerin Rabbinden bir elçiyim» dedi.

62-«Rabbimin sözlerini size bildiri­yor, sizin iyiliğinizi diliyorum. Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri bili­yorum.»

63-«Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi korkutup uyarmak için aranızdan birine Rabbinizden bir hatırlatma gelmesine mi şaşıyorsunuz?» dedi.

64-Onu yalanladılar; biz de onu ve gemide be­raberinde olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda boğduk. Şüphesiz onlar basiretleri körelmiş bir topluluk idiler.

65-Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u gönder­dik «Ey kavmim! Allah’a ibadet edin ve (bilin ki)  O’ndan başka ilâh yoktur; hala sakınmaz mısınız?» dedi.

66-Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar, «Biz senin bir beyinsizlik içinde olduğunu görüyor ve seni yalancılardan sanıyoruz» dediler.

67-«Ey kavmim! Bende beyinsizlik yok ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim.»

68-«Size Rabbimin buyruklarını tebliğ ediyo­rum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.»

69-Sizi korkutup uyarmak için aranızdan birine, Rabbinizden bir hatırlatma gelmesine mi şaşı­yorsunuz? (Allah’ın) Nuh kavminden sonra sizi ha­lifeler kıldığını ve yaratılışta gelişiminizi arttırdığını(iri kıyım yarattığını) hatırlayın. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın; umulur ki kurtuluşa erişir­siniz.»

70-«Bize yalnız Allah’a ibadet etmemizi, babalarımızın taptıklarını bırakmamızı söylemek için mi geldin? Eğer gerçekten doğru sözlülerden isen, bize vaat ettiğin şeyi getir» dediler.

71-«Hiç şüphesiz artık Rabbinizin azap ve öfkesini hak ettiniz. Allah’ın hiç bir delil indirmediği, isimlerini de siz ve babalarınızın koyduğu putlar hakkında mı benimle tartışıyorsu­nuz? Bekleyin, doğrusu ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim» dedi.

72-Biz rahmetimizle Hûd’u ve bera­berinde bulunanları kurtardık, âyetleri­mizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin ise kökünü kestik.

73-Semud kavmine de kardeşleri Sa­lih’i gönderdik. Dedi ki: «Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Rabbinizden size bir belge (mucize) geldi: Allah’ın bu dişi de­vesi size bir delildir. Onu bırakın da Al­lah’ın toprağında otlasın; ona kötülük etmeyin, yoksa elem verici azaba uğrarsınız.»

74- «(Allah’ın) Ad kavminden sonra si­zi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Böylece yeryüzünün düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontu­yordunuz. Şu halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.»

75- Kavminin büyüklük taslayan ile­ri gelenleri, aralarından iman eden zayıf bırakılmış kimselere, «Salih’in Rabbi tarafından gönderildiğini sahiden bili­yor musunuz?» dediler. Onlar da, «Doğ­rusu onun gönderildiği şeye iman ettik» dediler.

76- Büyüklük taslayanlar, «Sizin iman ettiğinizi, biz inkâr ediyoruz» de­diler.

77- Böylece dişi deveyi kesip devirdiler, Rablerinin buyruğuna baş kaldırdılar, «Ey Salih! Eğer sen peygambersen, bize vaat ettiğin şeyi (azabı) getir» dediler.

78- Bu yüzden onları şiddetli bir sarsıntı tuttu ve evlerinde diz üstü çöküverdiler.

79- Bunun üzerine Salih de onlardan yüz çevirdi ve «Ey kavmim! Ben size Rabbimin mesajın tebliğ ettim, iyiliğinize size öğütler verdim. Lakin siz, iyiliğinize öğüt verenleri sevmediniz» dedi.

80- Lut’uda gönderdik; hani kavmine «Âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı pek çirkin bir işi mi yapıyorsunuz?» dedi.

81- «Siz kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz.»

82- Kavminin cevabı sadece, «Onları kasaba­nızdan çıkarın; şüphesiz onlar temizlik gösterişin­de bulunan insanlardır» demek oldu.

83- Bunun üzerine biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; O (karısı) ise (helake uğrayanlar ara­sında) geride kalanlardandı.

84- Ve üzerlerine (taştan) yağmur yağdırdık! Suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

85- Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı gön­derdik, dedi ki: «Ey kavmim! Allah’a ibadet edin, sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, in­sanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; iman etmişseniz bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.»

86- «Bütün yol başlarında pusu kurup iman edenleri tehditle Allah yolundan alıkoy­mayınız, bu yolu eğri göstermeye yeltenmeyiniz. Sayıca azken, Allah’ın sizi çoğalttığını hatırlayınız. Bozgunculukçıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.»

87- «İçinizde madem benimle gönde­rilene iman eden bir topluluk ve inan­mayan bir topluluk var, o halde Allah’ın aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Allah hükmedenlerin en iyisidir.

88- Kavminin büyüklük taslayan ile­ri gelenleri, «Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz, ya da şüphesiz seni ve iman edenleri, seninle beraber kasabamızdan çıkarırız» dediler. Şuayb, «(Dininizi) İste­mesek de mi?» dedi.

89- «Allah bizi dininizden kurtardık­tan sonra ona dönecek olursak, doğrusu Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimizin dilemesi bir yana, dininize dönmek bize yakışmaz. Rabbimizin il­mi her şeyi kuşatmıştır. Biz yalnız Al­lah’a tevekkül ettik. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında sen hak ile hüküm ver, sen hükmedenlerin en hayırlısısın.»

90- Kavminden küfre sapanların elebaşları, «Şuayb’a uyacak olursanız, şüp­hesiz hüsrana uğrayanlardan olursunuz» dediler.

91- Bu yüzden onları bir sarsıntı tut­tu ve evlerinde diz üstü çöküverdiler.

92- Şuayb ‘ı yalanlamakta olanlar, sanki orada hiç yaşamamışlar gibi oldular. Şuayb’ı yalanlamakta olanlar, asıl büyük hüs­rana uğrayanlar oldular.

93- Şuayb (azap indikten sonra cansız bedenlerini gö­rünce) onlardan yüz çevirdi ve «Ey kavmim! Hiç şüphesiz Rabbimin sözlerini size bildirdim ve iyi­liğinizi dileyerek sizlere öğüt verdim. Kâfir toplu­luk için niçin üzüleyim?» dedi.

94- Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) sıkıntıyla yakalayıvermişizdir.

95- Sonra kötülüğü (darlığı) değiştirip yerine iyilik (bolluk) getirdik. Nihayet çoğaldılar ve balarımız da böyle sıkıntı ve sevinç yaşamışlardı dediler. Biz de onları, kendileri farkına varmadan ansızın yakaladık.

96- Eğer kasabaların halkı iman etmiş ve sa­kınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bollukla­rını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıkları sebebiyle kıskıvrak yakalayıverdik.

97- Kasabaların halkı geceleyin uyurlarken, azabımızın kendilerine gelmesinden güvende mi­dirler?

98- Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?

99- Onlar Allah’ın düzeninden güvende midirler? Allah’ın düzeninden ancak hüsrana uğrayan topluluk güvende olur.

100- Sahiplerinden sonra yeryüzüne mirasçı olan kimseleri, hâlâ şu (gerçekler) hidayete erdirmedi mi ki eğer biz dilersek onları da günahları sebebiyle musibetlere uğratır ve kalple­rini mühürleriz de artık bir şey duya­mazlar.

101- İşte bunlar sana haberlerini an­lattığımız kasabalardır. Hiç şüphesiz on­lara peygamberler apaçık belgeler getir­di; önceden yalanladıklarından ötürü inanamadılar. Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler!

102- Onların çoğunda söze bağlılık bulmadık, gerçekten çoğunu fasıklar olarak bulduk.

103- Sonra onların ardından Musa’yı, ayetlerimizle Firavun ve önde gelen çevresine gönderdik. Ayetlerimize karşı zulmettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

104- Musa, «Ey Firavun! Ben âlemle­rin Rabbinden (gönderilme bir) elçiyim» dedi.

105- «Bana Allah’a karşı ancak ger­çeği söylemek yaraşır. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde İsrail oğullarını benimle beraber (vaat edilmiş topraklara) gönder.»

106- Firavun, «Bir mucize getirdiysen ve doğru sözlülerden isen onu getir (de bir bakalım)» dedi.

107- Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir ejderha oluverdi.

108- Elini çıkardı, (bir de ne görsün) ba­kanlara bembeyaz (oluverdi)!

109- Firavun kavminin ileri gelenleri, «Doğrusu bu bilgin bir sihirbazdır» dediler.

110- «Sizi memleketinizden çıkarmak istiyor, görüşünüz nedir?»

111- «Ona ve kardeşine mühlet ver; şehirlere (tüm sihirbazları) toplayıcılar gönder.» dediler.

112- «Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler.»

113- Sihirbazlar Firavun’a geldi. «Ye­necek olursak bize şüphesiz bir mükâfat var değil mi?» dediler.

114- Dedi ki: «Evet, (O zaman) siz yakın kılınan­lardan olursunuz.»

115- Dediler: «Ey Musa, sen mi (asanı) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım?

116- (Musa:) «Siz atın» dedi. Sihirbazlar (asaları­nı) atınca insanların gözlerini büyülediler, onları ürküttüler ve büyük bir sihir yaptılar.

117- Biz de Musa’ya, «Asanı atıver» dedik, O’da atıverdi; birdenbire onların uydurduklarını yutmaya başladı.

118- Böylece gerçek ortaya çıktı, onların yaptıkları boşa gitti.

119- İşte orada yenildiler, küçük düşenler olarak geri döndüler.

120- Sihirbazlar ise secdeye kapandılar.

121-«Âlemlerin Rabbine iman ettik» dediler.

122-«Musa ve Harun’un Rabbine»

123-Firavun dedi ki: «Ben size izin vermeden mi O’na iman ettiniz? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir; ama yakın­ca (başınıza neler geleceğini) bileceksiniz!»

124-«Hiç şüphesiz ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım»

125-Onlar da, «Doğrusu biz Rabbimize doğru dönenleriz» dediler.

126- «Sen sadece Rabbimizin ayetleri geldiğinde onlara iman ettiğimiz için bizden öç alıyorsun. Rabbimiz! Bize sabır ver ve canımızı Müslümanlar olarak al»

127- Firavun kavminin ileri gelenleri, «Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını bıraksınlar diye mi koyuveriyorsun?» dediler. Firavun, «Onların erkek evlatlarını öldürüp, kız çocuklarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi.

128- Musa kavmine, «Allah’tan yar­dım dileyin ve sabredin; yeryüzü şüphe­siz Allah’ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı kılar; sonuç takva sahipleri-nindir» dedi.

129- (Kavmi,) «Sen bize gelmeden ön­ce de geldikten sonra da eziyet çektik» dediler. Musa da, «Rabbinizin düşman­larınızı yok etmesi, yeryüzünde sizi onların yerine geçirmesi ve böylece nasıl amel edeceğinize bakması umulur» dedi.

130- Hiç şüphesiz biz de Firavun ai­lesini ders alsınlar diye, yıllarca kuraklı­ğa ve ürün kıtlığına uğrattık.

131- Onlara bir iyilik geldiği zaman, «Bu bizim için» derlerdi; onlara bir kötülük de isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allahkatında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler.

132- (Firavun ailesi,) «bizi büyülemek için ne mucize gösterirsen göster, sana iman edecek değiliz» dediler.

133- Biz de ayrı ayrı mucizeler ola­rak onların üzerine tufan, çekirge, buğ­day güvesi, kurbağalar ve kan gönder­dik; yine de büyüklük tasladılar ve suç­lu bir topluluk oldular.

134- Azap başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği söze göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan, şüphesiz sana iman edeceğiz ve İsrail oğullarını seninle beraber (vaat edilmiş topraklara) göndereceğiz» dediler.

135- Azabı belli bir müddet için (iman etmeleri şartıyla) üzerlerinden kaldırınca, o müddete eriştiklerinde hemen sözlerinden caydılar.

136- Biz de onlardan intikam aldık; dolayısıyla ayetlerimizi yalan saydıkları ve onlardan gafil oldukları için onları denizde boğduk.

137- Zayıf bırakılanları, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrail oğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.

138- İsrail oğullarının denizden geçmelerini sağladık. Putlara saygıyla tapınmakta olan bir topluluğa rastladılar. «Ey Musa! Bunların birçok ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap» dediler, Musa, «Doğrusu siz bilgisiz bir topluluksunuz dedi.

139- «Şüphesiz içinde bulundukları şey (putperestlik) yok olacak ve işledikleri boşa gidecektir.»

140- «O sizi âlemlere üstün kılmışken, ben size Allah’tan başka bir ilah mı arayacağım?» dedi.

141- Hani size dayanılmaz işkenceler yapan, kızlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı öldüren Firavun ailesinden sizi kurtardık. Bunda Rabbinizden sizin için büyük bir imtihan vardı.

142- Musa ile otuz gece sözleştik ve ona bir on daha ekleyerek tamamladık. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk gece olarak ta­mamlanmış oldu. Musa, kardeşi Ha­run’a, «Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yoluna tabi ol­ma» dedi.

143- Musa, tayin ettiğimiz yere gelip Rabbi onunla konuşunca, «Rabbim! Ba­na kendini göster, sana bakayım» dedi. Allah, «Sen beni göremezsin, ama dağa bak; eğer o yerinde kalırsa sen de beni görürsün» dedi. Rabbi dağa tecelli edin­ce onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü. Ayılınca, «Yarabbi! Sen münezzehsin, sana tövbe ettim, ben iman eden­lerin ilkiyim» dedi.

144- (Allah) «Ey Musa! Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol» dedi.

145- Ona levhalarda her şeyden bir öğüt yazdık ve her şeyi uzun uzadıya açıkladık. «Onlara sıkıca sarıl, kavmine de emret de en güzel şekilde tutsunlar. Size Allah’a karşı gelenlerin yurdunu yakında göstereceğim (dedik)

146- Yeryüzünde haksız yere büyük­lük taslayanları, ayetlerimden yüz çevir­teceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler. Ama azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymala­rı ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.

147- Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?

148- (Tûr’a giden) Musa’nın arkasından, ziynet takımlarından, böğüren bir buzağı heykeli yaparak onu ilah edindiler. O buzağının kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola hidayet etmediğini görmediler mi? Onu ilah edindiler ve (gerçekten de onlar) zalim idiler.

149- (Yanlışlıkları) Ellerine geçince ve sapıtmış olduklarını gördüklerinde, «Eğer Rabbimiz acımaz ve bizi bağışlamazsa, şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz» dediler.

150- Musa, kavmine, kızgın ve üzgün olarak dönünce, «Benim arkamdan ne kötü olmuşsunuz! Rabbinizin emrinin çabucak gelmesini mi istiyor­sunuz?» dedi. Levhaları attı ve kardeşinin başın­dan tutup kendine doğru çekti. Harun, «Ey annem oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve ne­rede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zalim kavimle beraber tutma!» dedi.

151-Musa, «Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla bizi rahmetine kat, sen merhametlilerin en merhametlisisin» dedi.

152-Buzağıyı (ilah olarak) benimseyenler Rablerinin öfkesine ve dünya hayatında alçaklığa uğrayacaklardır, iftira edenleri böyle cezalandırırız.

153-Kötülük işleyin ardından tövbe edenler ve iman edenler (bilsinler ki) Rabbin, bunun ardından şüphesiz bağışlayan ve merha­met edendir.

154-Musa’nın öfkesi yatışınca, (attığı) levhaları yerden aldı. Bu levhalarda Rablerinden korkanlar için bir hidayet ve rahmet vardı.

155-Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş kişi seçti; onları sarsıntı tutunca dedi ki: «Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir; bununla dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz sensin, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin.»

156-«Bu dünyada ve ahirette bizim için iyilik yaz; şüphesiz biz sana yönel­dik» dedi. Allah dedi ki: «Azabımı dile­diğim kimseye uğratırım, rahmetim her şeyi kaplamıştır; rahmetimi takva sahip­lerine, zekât verenlere ve ayetlerimize iman edenlere yazacağız.»

157- Onlar yanlarındaki Tevrat ve İn­cil’de yazılı buldukları o elçiye, ümmi nebiye uyarlar. O elçi, kendilerine iyiliği emreder ve onları kötülükten sakındırır. Temiz şeyleri ken­dilerine helal, pis şeyleri ise haram kılar. Onların ağır yüklerini ve sırtlarındaki zincirleri indirir, o peygambere iman eden, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar (yok mu) işte onlar kurtuluşa erenlerdir»

158- De ki: «Ey insanlar, ben Allah’ın sizin he­pinize gönderdiği bir elçisiyim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamberine iman edin. O da Allah’a ve O’nun sözlerine iman etmektedir. Ona iman edin; umulur ki hidayete ermiş olursunuz.»

159- Musa’nın kavminden, hakka hidayet eden ve hak ile adalette bulunan bir topluluk vardır.

160-Biz İsrail oğullarını ayrı ayrı oymaklar olarak on iki topluluk (ümmet) olarak ayırdık. Kav­mi kendisinden su istediğinde Musa’ya, «Asanla taşa vur» diye vahyettik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri belledi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın in­dirdik. «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanla­rdan yiyin (dedik)Onlar, (nankörlük etmekle) bize değil, aslında kendilerine zulmediyorlardı.

161-Hani onlara denilmişti ki: «Şu şehirde (Beyt’ul Mukaddes’te) oturun, dilediğiniz gibi yiyin. Günahlarımızı dök» deyin ve kapısından secde ederek girin. Biz de böylece hatalarınızı bağışlayalım. İhsan edenlere elbette daha da arttıracağız.»

(Mecme’uz Zevaid c.9 s153’te Hafız Heysemi’nin (Şafii) nakline göre Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:  «Ehl-i Beyt’imin sizin aranızdaki misali, israil oğulları­nın Hitte kapısı gibidir Kim o kapıdan girerse Al­lah onu bağışlar.» Kenz’ul Ummal c.6 s.153’te Muttaki Hindi’nin nakline göre ise Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: «Ali bin Ebi Talib Hitte kapı­sıdır. Kim o kapıdan girerse mümin olur ve kim de o kapıdan çıkarsa kâfir olur.»)

162-Onların zulmedenleri, kendileri­ne söylenen sözü başkasıyla değiştirdi­ler. Biz de o zalimlerin üzerlerine, zu­lümlerinden ötürü gökten azap gönder­dik.

163-Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri bir sor. Hani onlar cumartesi (yasa­ğını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. Cumar­tesi günü iş yapma yasağına uydukların­da, balıkları onlara açıktan akın akın ge­liyor, Cumartesi günü iş yapma yasağı­na uymadıklarında ise gelmiyorlardı. İş­te biz, yoldan çıkmalarından dolayı, on­ları böyle imtihan ediyorduk.

(Araştırmacılar burada adı geçen yerin, Eileh, Elat (veya Eht) yerleşim bölgesine işaret etti­ği görüşündedirler. Bu liman şehri Sina Yarıma­dası’nın doğusu ile Arabistan’ın batısında, Akabe körfezinin ucundadır. Burası İsrail oğullarının parlak dönemlerinde çok önemli bir ticaret merke­zi idi ve Hz. Süleyman (a.s.) bu şehri Kızıldeniz’deki donanması için merkez liman yapmıştı. Burası ile alâkalı olay, Yahudilerin ne dinî, ne de tarihî kitaplarında zikredilmemiş faka, Kur’an-ı Kerim’in burada ve Bakara suresinde anlattıkları onun Kur’an’ın vahyi sırasında, İsrail oğulları arasında bilinen bir şehir olduğunu göstermekte­dir Bundan dolayı Medine Yahudileri, Yüce Pey­gamber’e (s.a.a) her konuda karşı gelme fırsatını hiçbir zaman kaçırmadıkları halde, bu haberin doğruluğu konusunda itiraz edemediler.)

164-Aralarından bir topluluk, «Al­lah’ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir topluluğa niçin öğüt veri­yorsunuz?» dediler. Öğüt verenler, «Rabbinize karşı bir özür (kalmaması) için ve belki de sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)» dediler.

165-Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, biz kötülükten men edenleri kurtardık ve zalimleri, yoldan çıkmala­rından ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.

166-Sakındırıldıkları şeyde taşkınlık edince onlara, «Aşağılık birer maymun olun» dedik.

167-Hani Rabbin, elbette kıyamet gününe kadar onlara (Yahudilere) en kötü eziyeti yapacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphesiz Rabbin cezayı çabuk verendir. Şüphesiz O çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

168- Onları (Yahudileri) grup grup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. Belki (kötülüklerinden) dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.

169- Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan bir takım kötü kimseler kaldı. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünyadaki) geçici menfaatleri alıyor ve «Yakında bağışlanacağız» diyorlar. Bunun benze­ri bir yarar gelince onu da alırlar. Kendilerinden Allah’a karşı hakkı söylemekten başka bir şey söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa (Tevrat’ın) içinde olanı da okuyorlardı.(Allah’tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha yırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?

170- Kitab’a sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar (da bilsin ki), biz ıslah edenlerin ecrini elbette zayi etmeyiz.

171- Hani dağı (Tur’u tehdit olarak), bir gölgelik gibi koparıp tepenize dikmiştik de onlar tepeleri­ne düşeceğini sanmışlardı. Onlara, «Size verdiği­mize (kitaba); sıkıca sarılın ve içinde olanı hatırı­nızda tutun ki sakınanlardan olasınız» demiştik.

172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının bellerin­den soylarını çekip almıştı ve onları kendi nefis­lerine karşı şahitler kılmıştı da, «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (demişti). Onlar, «Evet (Rabbimizsin):şahit olduk» demişlerdi. (Bunu) kıyamet günü Bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye (yaptık).

(Delail’us Sıdk ve Menakıb-i İbn-i Meğazili s.271-272’de yer aldığına göre Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurmuştur: İnsanlar Ali’nin ne zamandan beri Müminlerin Emiri sıfatını aldığını bilselerdi, onun faziletlerini inkâr etmezlerdi. Ali, Mü’minlerin Emiri sıfatını aldığında Adem (a.s) ruh ve ceset arasında idi.»)

173- Veya daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu biz ise onlardan sonra gelen bir nesiliz. Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?» dememeniz için (böyle yaptık)

174- Belki (doğru yola) dönerler diye ayetleri böylece uzun uzadıya açıklıyo­ruz.

175- Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrı­lıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda yıkıma uğrayanlar­dan olan kimsenin (Bel’am b. Baura’nın) haberini oku.

(Musa (a.s) zamanında yaşamış Bel’am b. Bâura adında biri vardı. Bu kimse önceleri ilim, irfan sahibi olup, Allah-u Teâlâ’nın kendisine öğ­rettiği ism-i âzam ile dua ettiğinde duasına mutla­ka icabet edilen bir zat idi. Fakat daha sonra Allah’ın kendisine ihsan ettiği bu nimeti isyanda kul­lanmış, Hz. Musa’ya ve ona tâbi olanlara beddua ederek sapıtmış, böylece Allah’ın rahmetinden uzak olmuştu. Burada, Allah’ın âyetlerini apaçık olarak gördüğü hâlde bu âyetlerin gösterdiği yol­da yürümeyenlerin durumu gözler önüne seril­mektedir. Bel’am, burada dünyevî çıkar ve hesap­lar için Allah’ın dinini tahrif eden bir din adamı­nı sembolize etmektedir. Müfessirler tarafından âyetlerin nüzul sebebi olarak burada her ne kadar Bel’am zikredilmişse de bu âyetlerin hükmü sade­ce ona değil; Bel’am gibi olan herkese şâmildir. Kibir ve dünyevî arzular sebebiyle sapıklığa dü­şen Bel’am, hak ve hakikati gördükten sonra Al­lah’ın bu nimetinden sıyrılıp, şeytanın peşinden giden, neticede şekil değiştirerek hayvanların mertebesine inen kimselere çok güzel bir misâldir. İşte her kim ilim ve hidayet sahasından ayrılır, nefsanî arzularına yönelir ve şehvetlerine tâbi olursa, bu hâli soluyan köpeğin hâline benzetil­miştir. Bu solumalar ise, birtakım emellerin ve dünya hayatının geçici güzellikleri peşinde koşar­ken zahir olan, salyalı solumalardır.)

176-Dileseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, yere çakılıp kal­dı ve hevesine uydu. Onun örneği, üstü­ne varsan da kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin örneği gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.

177-Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenle­rin örneği pek de kötüdür!

178-Allah kime hidayet ederse, o gerçek hidayete ermiş olur, kimi de saptırırsa, artık onlar da hüsrana uğrayan­lardır

179-Biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır da onlarla kavramaz­lar; gözleri vardır da onlarla görmezler; kulakları vardır da onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da sapıktırlar. İşte asıl gafiller onlardır.

180-En güzel isimler sadece Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.

(Allah’ın isimlerinden eğriliğe sapanların kendi hallerine bırakılmasına ilişkin bu emir, sırf bu tarihi olayla ve Allah’ın isimlerini lafzı olarak değiştirip onları sahte ilâhlara yakıştırmakla sı­nırlı değildir. Bu emir bütün şekilleriyle her türlü yanlış adlandırmayı kapsamına alır. Uluhiyet ger­çeği konusundaki düşüncelerinde ilhada kalkışan, yani tahrif eden veya sapan herkesi kapsamına alır. Allah’ın çocuğu olduğunu iddia edenler, Al­lah’ın dilemesinin evrendeki tabiat kanunlarına bağlı olduğunu ileri sürenler, yüce Allah hiçbir şe­ye benzemediği halde O’nun işlerinin insanların işlerine benzer şekilde meydana geldiğini ileri sü­renler, yüce Allah’ın gökte yani evrenin düzenini idarede, insanları ahirette hesaba çekmede ilâh olduğunu kabul edip, O’nun yeryüzünde, yani in­sanların hayatlarında yasa koyamayacağını, ha­yatla ilgili konularda insanların ancak kendi akıllarıyla, deneyimleriyle ve menfaatleriyle bağda­şacak şekilde uygun gördüklerini yasa olarak be­lirleyeceklerini, bu konularda insanların kendi kendilerinin ilâhları olduklarını veya bir kısmının diğer bir kısmının ilâhları konumunda bulunduğu­nu söyleyenler ve buna (dilleriyle ifade etmeseler de pratikleriyle) şahitlik yapanlar! Evet bunların hepsi, Allah’ın sıfatları ve ilâhi iğinin özellikleri konularında birer sapmadır. Bunların hepsini ay­nı çerçevede görmek gerekir. Müslümanlar ise, bunların hepsinden yüz çevirmek ve onlara aldır­mamamla yükümlüdürler. Bu sapık yakıştırmalara kalkışanlara gelince, onlar zaten yaptıklarına karşılık olarak Allah’ın cezasıyla tehdit edilmiş bulunmaktadırlar!)

181- Yarattıklarımızdan öyle bir top­luluk vardır ki, hakka hidayet ederler ve adaleti hak ile yerine getirirler.

(Bazı kaynaklarda yer aldığı üzere Hz. Pey­gamber şöyle buyurmuştur: «Benden sonra üm­metim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yetmiş ikisi ateşliktir, bir fırka, «fırka-i naciyedir (kurtuluşa eren topluluktur).» Hz. Peygamber (s.a.a) daha sonra mezkur ayeti okuyarak şöyle buyurmuştur: «Bu ayet-i kerimede fırka-i naciye beyan edilmiş­tir. Fırka-i naciye ben, Ehl-i Beyt’im ve bize tabi olanlardır.»)

182-Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş (helake) yaklaştıracağız.

183-Onlara mühlet veririm; (ama) benim düzenim çetindir.

184-Arkadaşlarında (peygamberde) hiçbir delilik­ten olmadığını düşünmüyorlar mı? O, ancak apa­çık bir korkutup uyarıcıdır.

185-Gökler ve yer ile Allah’ın yarattığı her şeyin egemenliğini ve ecellerinin yaklaşmış olma ihtimalini görüp düşünmüyorlar mı? Bun (Kur’an’dan) sonra hangi söze inanacaklar?

186-Allah’ın saptırdığı kimseye artık hidayet edecek yoktur ve (Allah) onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda bırakıverir.

187-Sana kıyametin ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki; O’nun ilmi Rabbimin katındadır. Onun zamanı geldiğinde O’ndan başkası açığa çıkaramaz. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi san a soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.

188- De ki: «Allah’ın dilemesi dışında ben ken­dime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Gaybı bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben sadece, iman eden bir topluluğu korkutup uyaran ve müjdele­yen bir elçiyim.»

     (Yani tam olarak kıyametin saatini size söyleyemem, çünkü ben de gaybı bilmiyorum. Gelecek hakkında herhangi bir bilgiye sahip olsaydım, daha önceden sakınmam mümkün olacağından herhangi bir kötü şeyden zarara uğramazdım ve yine önceden bilgim olması nedeniyle de, bazı şeylerden de birçok faydalar elde ederdim.)

189- O sizi bir nefisten yaratan ve ondan da yanında huzur bulsun diye eşini var edendir. (İnsanoğlu) Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve (bir süre) bununla gezindi. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri olan Allah’a, «Bize salih bir ço­cuk verirsen, şüphesiz şükredenlerden oluruz» diye yalvardılar.

190-Allah onlara salih bir evlat ve­rince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah’a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.

191-O’na hiç bir şey yaratmaya güç yetiremeyen ve yaratılıp durmakta olan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

192-Oysa (ortak koştukları şeyler) ne on­lara yardım edebilir ve ne de kendileri­ne bir yardımları olur.

193-Eğer onları doğru yola çağırırsa­nız size uymazlar; onları çağırsanız da karşılarında suskun dursanız da sizin için birdir.

194-Allah’tan başka yakardıklarınız da sizin gibi yaratıklardır. Eğer doğru sözlü iseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım!

195-Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa sıkıca tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var veya işitecek kulakları mı var? De ki: «Ortaklarınızı çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana hiç mühlet vermeyin.»

196-«Çünkü benim velim, kitabı in­diren Allah’tır. O, salih kimselere velilik (sahiplik) eder.»

197-«O’ndan başka yakardıklarınız ise ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardımları dokunur.»

198-«Onları hidayete çağırırsanız, duymazlar. Sana baktıklarını görürsün, oysa onlar görmezler.»

199-Sen yine de affa sarıl, iyiliği em­ret ve cahillerden yüz çevir.

200-Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese) gelirse, hemen Al­lah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.

201-Şüphesiz takvaya erenler şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca, (Al­lah’ı) anarlar da hemen basiret sahibi olurlar.

202-(Müşriklerin) Kardeşleri onları he­lake sürüklerler ve sonra da ellerinden geleni yapmaya devam ederler.

203-Onlara (bir süre) bir ayet getirmediğin za­man, «Neden (kendi nezdinden) ayetler seçip toplamadın» derler. De ki: «Ben ancak Rabbim tarafın­dan bana vahyolunana uyarım. Bu, (Kur’an) Rami­nizdenbasiretlerdir (kalp gözünü açan sözlerdir?), iman edecek bir topluluk için de bir hidayet ve bir rahmettir.»

204-Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ki merhamet olunasınız.

205- Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, yalvarıp yakararak ve korkarak zikret ve gafillerden olma.

206- Doğrusu Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler,  O’nu tesbih ederler ve yalnız O’na secde ederler.

error: emeğe saygı lütfen !!